AGIZ
Ağız ağza vermek: İki kişinin başkaları işitmeyecek şekilde konuşması.
Ağız yaymak: Dürüst davranmaktan kaçınmak.
Ağız dalaşı: Bağrışma derecesini geçmeyen kavga.
Ağız değişikliği: Yemeğin çeşidinde değişiklik.
Ağız kahyası: Birinin söyleyeceği veya söylemeyeceği sözlere karışan kimse.
Ağız kalabalığı: Çabuk söylenen ve birbirini tutmayan sözler.
Ağız kavafı: Satıcılar gibi, insanı kandırmak için çok lakırdı söyleyen.
Ağız satmak: Yüksekten atarak kendini övmek.
Ağzı gevşek: Sır tutmayan.
Ağız tamburası çalmak: Sözle avutmaya çalışmak.
Ağza alınmaz: Söylenmesi ayıp, çirkin söz.
Ağzının mührü ile: Oruçlu olarak.
Ağza tat,boğaza feryat: Miktarı pek az olan yiyecek şey.
Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan kimse.
Ağzı çiriş çanağına dönmek: Ağzı kuruyup acılaşmak.
Ağzı kara: Kötü haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek.
Ağzı pis: Sövmeyi huy edinmiş olan.
Ağzı teneke kaplı: Çok sıcak veya çok soğuk şeyleri kolayca içebilen kimse.
Ağzı var,dili yok: Pek sessiz bir kimseyi övmek için söylenir.
Ağzına baktırmak: Kendini beğeni ile baktırmak.
Ağzına bir kemik atmak: Susturmak için az bir şey vermek.
Ağzına bir zeytin ver, altına tulum tutar: Küçük iyiliğe, büyük çıkar beklemek.
Ağzına burnuna bulaştırmak: Bir işi beceremeyip batırmak.
Ağzına taş almış: Lakırdıya karışmayıp susanlar için kullanılan söyleyiş.
Ağzına vur, lokmasını al: Uysal ve sessiz kimseler için söylenir.
Ağzında bakla ıslanmamak: Hiç sır saklamamak.
Ağzından baklayı çıkarmak: Sabrı tükenip sakladığı şeyleri söylemek.
Ağzından bal akmak: Çok tatlı konuşmak.
Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Sözleri tartmadan ağır söylemek.
Ağzından dirhemle çıkmak: Sözünü sanki kıskanırcasına söylemek.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Diller dökerek birini kandırmak.
Ağzından kaçırmak: İstemediği halde boş bulunup söyleyivermek.
Ağzını açıp gözünü yummak: Öfkelenip ağır sözler söylemek.
Ağzını bıçak açmamak: Üzüntüsünden söz söyleyecek halde olmamak.
Ağzının payını vermek: Haddini bildirmek, paylayıp susturmak.
Ağzını kiraya vermek: Kendini de ilgilendiren bir durumda düşüncesini söylemek.
Ağzını poyraza açmak: Umduğunu elde edememek.
Ağzını toplamak: Söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek.
AYAK
Ayak atmamak: Bir yere hiç uğramamak.
Ayak basmak: Bir yere varmak.
Ayak bağı: Bir yere veya işe gidilmesini engel olan kimse.
Ayak sürümek: Üstüne aldığı bir işten kaçınma çareleri aramak.
Ayağı dolaşmak: Şaşırıp, yanlış bir davranışta bulunmak.
Ayağı düze basmak: Güçlükleri savarak ilerisinden korkmayacak duruma gelmek.
Ayağı suya ermek: Bir gerçeğin önemini sonra anlayıp, aklı başına gelmek.
Ayağına bağ vurmak:Bir engele çarptırmak.
Ayağına kadar gelmek: Alçak gönüllük gösterip birinin yanına gelmek.
Ayağına kara su inmek:Uzun süre ayakta kalarak yorulmak.
Ayağına pabuç olamamak:Değerce ondan çok aşağıda olmak.
Ağına sıcak su mu dökelim soğuk su mu?: Uzun bir zamandan beri gelmediği bir yere günün birinde çıkagelen kimseye yarı sitem yarı sevinçle söylenen söz.
Ayağında donu yok,fesleğen ister başına: Yoksulluğuna bakmayarak süs ve
gösteriş yapmak isteyenler için söylenir.
Ayağını denk almak: Uyanık ve sakıngan davranmak.
Ayağını kesmek: Bir yere gitmez olmak.
Ayağını yorganına göre uzatmak: Giderini,gelirine uydurmak.
Ayağını bastığı yerde ot bitmez: Uğradığı yeri yakar yıkar.
Ayağının altına karpuz kabuğu koymak: Bir kimseyi düzenle yerinden etmek.
Ayağının tozu ile: Gelir gelmez,henüz dinlenmeden.
Ağanın türabı olmak: Biri ötekine kul gibi bağlanıp onun her türlü kahrını çekmek
Ayaklar baş, başlar ayak oldu: Değersizler başa geçti, değerliler ise geride kaldı.
Ayakları geri geri gitmek: Bir yere giderken istemeye istemeye gitmek.
Ayakları yere değmemek: Çok sevinmek.
BAŞ
Baş başa vermek: Birkaç kişi, bir işi aralarında konuşmak üzere toplanmak.
Baş çekmek: Önayak olmak.
Baş göstermek: Belirmek.
Baş kaldırmak: Karşı gelmek veya ayaklanmak.
Baştan savma: Üstünkörü.
Baş sallamak: Karşısındakinin her sözünü uygun bulur görmek.
Baş üstünde yeri olmak: Baş tacı gibi değerli görülmek.
Başa geçmek: En üstün yeri almak.
Başı dinç: Kaygısı ve tasası olmayan.
Başı göğe ermek: Umulmayan bir mutluluğa ermek.
Başı kazan olmak: Başında uğultulu bir sersemlik olmak.
Başı nara yanmak: Başkası uğruna büyük bir zarara uğramak.
Başı sıkılmak: Herhangi bir güçlük karşısında kalmak.
Başına çalsın: Birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve tiksinme ile geri
çevrildiğini anlatmak için söylenir.
Başına dolamak: Musallat etmek.
Başına devlet kuşu konmak: Büyük bir nimeti ele geçirmek.
Başına hal gelmek: Pek çok güçlüklerle karşılaşmak.
Başına iş açmak: Uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak.
Başına taç etmek: Çok değer verip ilgi göstermek.
Başında kavak yeli esmek: Toyca hülyalarca beslemek.
Başından atmak: Yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak.
Başından büyük işlere girişmek: Gücünün üstünde işlere karışmak.
Başından korkmak: Canında veya ağır suçlu düşmekten korkmak.
Başını bir yere bağlamak: Birini işe koymak yolu ile alaverelikten kurtarmak.
Başını ezmek: Bir daha kötülük edemeyecek duruma sokmak.
Başını koltuğunun altına almak: Ölümü göze alarak bir işe karışmak.
Başını taştan taşa vurmak: Çaresiz kalarak çok pişman olmak.
Baştan çıkartmak: Ayartmak, kötü yola sürüklemek.
BURUN
Burun kıvırmak: Önem vermeyip alay etmek.
Burun bükmek: Aşağısamak.
Burun şişirmek: Kibirlenmek.
Burun yapmak: Üstünlük taslamak.
Burnu havada: Kendini pek beğenmiş.
Burnunda tütmek: Çok özlemek.
Burnu sürtülmek: Büyüklenme huyundan vazgeçip uysal bir hale geçmek.
Burnundan kıl aldırmaz: Kendisine söz söyletmez, huysuz ve gururlu kimse.
Burnundan yakalamak: Hiçbir bahane ile kaçınamayacağı bahane ile yakalamak.
Burnunu kırmak: Büyüklenmesini önlemek.
Burnunu sokmak: Gerekmediği halde bir işe karışmak.
Burnunun dikine gitmek: Öğüt dinlemeyerek kendi bildiği gibi davranmak.
Burnunun direği kırılmak: Pis bir koku duyarak tedirgin olmak.
Burnunun direği sızlamak: Çok acı sızlamak.
Burnunun ucunu görmüyor: Çok sarhoş.
Burnunun yeli harman savuruyor:Çok büyüklenenler hakkında söylenir. Diş bilemek: Öç almak için elverişli durum kollamak.
DİŞ
Diş geçirmek: Güçlü bir kimseye sözünü geçirebilecek durumda olmak.
Diş gıcırdatmak: Öfkesini haliyle göstermek.
Dişine göre:Gücü göre olan.
Diş kirası: Eskiden iftardan sonra çağrılılara verilen armağan.
Dişine değmemek: Pek az gelmek.
Dişinden, tırnağından artırmak: Yiyecek ve giyeceğinden keserek biriktirmek.
Dişini tırnağına takmak: En zayıf çarelere bile baş vurmak.
Dişten artırmak: Giderleri kısarak tutum sağlamak.
EL
El altından: Gizlice.
El atmak: Karışmak.
El çekmek: Vazgeçmek.
El ayak çekilmek: Herkes uykuya dalıp ortalık sessiz kalmak.
El bebek gül bebek: Nazlı, şımarık.
El kadar: Küçücük.
Eli açık: Cömert.
El elden üstün: Herkesin kedinden üstün biri bulunacağını anlatan deyim.
El ermez, güç yetmez: Bir iş karşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır.
El etek öpmek: Bir işi yaptırmak için yalvarmak.
El koymak: Yetkili olanlar, bir sorun veya olayı ele almak.
El pençe divan kurmak: Saygı için ellerini birleştirip ayakta beklemek.
El üstünde tutmak: Bir kimseye çok saygı ve sevgi göstermek.
Elde, avuçta bir şey kalmamak: Hiç malı, parası kalmamak.
Elden ağza yaşamak: Günlüğü ancak günlük kazancını karşılayacak kadar olmak.
Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, baskı altına alınmamak.
Ele bakmak: Avuç içindeki çizgilere bakıp kişinin geleceğini okumak.
Ele vermek: Suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak.
Eli ağır: Yavaş iş gören.
Eli ayağı bağlı: İstediğini yapamayacak durumda olan.
Eli boş: O sırada işi olmayan.
Eli sıkı: Çok tutumlu.
Eli uz: Usta,becerikli.
Eli böğründe kalmak: Bir işi yapmaya meydan bulamamak.
Eli darda: Geçimini sağlayacak parası olmayan.
Eli hafif: Acıtmadan iş gören.
Eli dursa ayağı durmaz: Kıpırdak, hareketli.
Eli ekmek tutmak: Geçimini kendi emeğiyle sağlayacak hale gelmek.
Eli genişlemek: Bolca paraya kavuşmak.
Eli kalem tutar: Düşündüğünü yazabilir.
Eli kolu bağlı kalmak: Bir engel dolayısıyla hiçbir iş yapamaz hale gelmek.
Eli uzun: Fırsat buldukça öteberi aşıran.
Eli maşalı: Şirret, edepsiz.
Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmak.
Elini sallasa ellisi, başını sallasa tellisi: Bir işaretim üzerine dilediğim kadar
ve dilediğim gibi istek çıkarabilir.
Eline eteğine sarılmak: Çok yalvarmak.
Elinden hiçbir şey kurtulmamak: Her şeyi becerebilmek.
Eline eteğine doğru: Temiz, her türlü kötülükten uzak olan.
Eline kalmak: Ondan başka yardımcısı olmamak.
Elini ayağını kesmek: Uğramaz olmak.
Elini çabuk tutmak: Çabuk davranmak.
Elini eteğini çekmek: Uzun zaman yapageldiği bir işten çekilmek.
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Pek nazlı yetişmiş olmak.
Elinin körü!: Ortaya sürülen saçma bir düşünceye karşı azar olarak söylenir.
Elden vefa,zehirden şifa: Zehirden şifa beklenemeyeceği gibi, yabancılardan da vefa beklemek boştur.
GÖZ
Göz almak: Göz kamaştırmak.
Göz aşinalığı: Birbirini ara sıra uzaktan görmekle doğan tanışıklık.
Göz atmak: Kısaca bakıvermek.
Göz boyamak: Gösterişle aldatmak.
Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek arzusuna kapılmak.
Göze gelmek: Bakışları karşılaşmak.
Göz önüne getirmek: Tasarımlamak.
Göz hakkı: Görülüp de imrenilebilecek ufak şeylerden görenlere çıkarılan pay.
Göz hapsine almak: Bakışlarını üzerinden ayırmamak.
Göz kamaştırmak: Hayran etmek.
Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak.
Göz koymak: Bir şeyi ele geçirme isteğini gütmek.
Göz önünde tutmak: Hesaba katmak,dikkate almak.
Göz yummak: Kusurları görmezlikten gelmek. Gözden düşmek: Sevgi ve ilgiyi kaybetmek.
Gözü açık: Uyanık ve becerikli.
Gözden sürmeyi çekmek: Çalamayacağı hiçbir şey bulunmayacak derecede becerikli hırsız olmak.
Gözden uzaklaşmak: Ayrılıp başka yere gitmek.
Göze almak: Gelebilecek her türlü zararı önceden kabul etmek.
Göze batmak: Bakanları tedirgin edebilecek gibi aykırı, uygunsuz görünmek.
Göze çarpmak: Üzerine dikkati çekmek.
Gözü keskin: Çok iyi gören.
Gözleri bayılmak: Uyku, arzu gibi herhangi bir hal gözlerine vurmak.
Gözleri çakmak: Ateşli hastalıkta gözleri kızarmış ve parlak.
Gözleri fal taşı gibi açılmak: Hayretten gözleri fırlamak.
Gözleri kan çanağına dönmek: Gözleri çok kızarmak.
Gözleri velfecri okuyor: Gözlerinden kurnaz bir zeka belli oluyor.
Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiği yüzünden,gözlerinden belli olmak.
Gözlerinin içine kadar kızarmak: Utancından yüzü çok kızarmak.
Gözü aç: Kanmak bilmez, açgözlü.
Gözüne kestirmek: Başarabileceğini ummak.
Gözü açılmak: İyiyi kötüyü veya kendine yarayanı ayırt eder hale gelmek.
Gözü arkada kalmak: Arkada bırakılan bir şeye merak ve ilgi ile bağlanmak.
Gözü doymak: Çok istenen bir şeyin yeter miktarını elde ettikten sonra artık çoğunu istememek.
Gözü gönlü açılmak: Ferahlamak.
Gözü ısırmak: Bir kimseyi tanır gibi olmak.
Gözü kaymak: İstemeyerek bakıvermek.
Gözü sönmek: Kör olmak.
Gözü toprağa bakmak: Ölmek üzere olmak.
Gözünü korkutmak: Yıldırmak.
Gözü yüksekte: Yüksek emel peşinde olan.
Gözünde büyümek: Bir şey birine olduğundan büyük veya önemli görünmek.
Gözünde tütmek: Çok özlemek.
Gözünü doyurmak: Bol bol vermek.
Gözünü dört açmak: Çok dikkatli ve uyanık olmak.
Gözünü kan bürümek: Adam öldürecek derecede öfkelenmek.
Gözünün kuyruğu ile bakmak: Belli etmemeye çalışarak yandan bakmaK.
KAŞŞ
Kaş göz etmek: Kaşlarını,gözlerini oynatarak işaret etmek.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim derken hepsini bozmak.
Kaşla göz arasında: Kimsenin sezmesine meydan vermeyecek kadar kısa bir
zaman içinde.
Kaşlarını çatmak: Öfkelenmek üzere bulunmak.
Kaşlarının altında gözün var dememek: Doğru ve zararsız da olsa, hiçbir şey söylememek, her yaptığını hoş görmek.OL
Kol atmak: Etrafa yayılmak.
Kol gezmek: Karakol dolaşmak.
Kol kanat olmak: Yardım etmek ve korumak.
Kol vurmak: Dolaşmak.
Kollarını sallaya gelmek: Hiçbir şey getirmeden gelmek.
Kolu kanadı kırılmak: Bir şey yapamayacak hale gelmek.KULAK
Kulak asmamak: Önem vermemek.
Kulak kabartmak: Belli etmemeye çalışarak dinlemek.
Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle dinlemek.
Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle dinlemek.
Kulak misafiri olmak: Yanında konuşulan bir şeyi dinlemek.
Kulak vermek: Merak edip dinlemek,işitmeye çalışmak.
Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan.
Kulağı kirişte: Ne söyleneceğini işitmek için çok dikkatli.
Kulağına kar suyu kaçmak: Sıkışık bir duruma düşmek.
Kulağına koymak: Bir hale veya söze hazırlamak üzere önceden anlatmak.
Kulağına küpe olmak: Başa gelen bir halden alınan dersi hiç unutmamak.
Kulağını bükmek: Bir sorun karşısında dikkatli davranmasını söylemek.
Kulakları dolmak: Aynı şeyleri dinlemekten usanç gelmek.
Kulakları paslanmak: Çoktan beri müzik dinlememiş olmak.
Kulaktan dolma: Şurada burada işitilerek edinilen bilgi.
PARMAK
Parmak atmak: Mesele çıkarmak.
Parmak bozmak: Ahbaplığı bozmak.
Parmak basmak: O nokta üzerine dikkati çekmek.
Parmak ısırmak: Şakalaşmak.
Parmak yalamak: Kendine, hakkı olmaksızın bir çıkar sağlamak.
Parmağı ağzında kalmak: Şaşakalmak.
Parmağı var: İlgisi var.
Parmağına dolamak: Bir şeyi ele alıp ilgilileriyle sürekli uğraşmak.
Parmağında oynatmak: Ona her zaman istediğini yaptırmak.
Parmağını bile oynatmamak: Hiç aldırış etmemek.
Parmakla gösterilmek: Eşi az bulunmak.
Parmaklarını yemek: Bir yiyeceğin çok lezzetli olması.
SAÇ
Saç ağartmak: Uzun süre emek vermek.
Saçı başı ağarmak: Yaşlanmak.
Saç saça baş başa: Sıkı bir kavgaya tutuşarak.
Saç sakal ağartmak: O işte uzun zaman çalışmış olmak.
Saçı bitmedik: Doğalı çok olmamış.
Saçına ak düşmek: Saçı ağarmaya başlamak
Saçını başını yolmak: Üzüntüsünü gürültülü olarak açığa vurmak.
Saçları iki türlü olmak: Yaşı ilerlemiş bulunmak.
Saçını başını süpürge etmek: Özveri ile çalışıp hizmet etmek.
TIRNAK
Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, tehdit etmek.
Tırnak sürüştürmek: Kavgayı körüklemek.
Tırnak takmak: Musallat etmek.
Tırnaklarını sökmek: Elindeki güçten yoksun bırakmak